11 Eylül 2009 Cuma

11 EYLÜL’E SEKİZ YILIN ARDINDAN BAKIŞ:

Not: Aşağıdaki birinci yazı 11 Eylül saldırıları olduğu anda yazılmış, ikinci ve üçüncü yazı da birkaç gün sonra kaleme alınmıştır. Şehmuz Karadağ. Fatih Gökberk ile aynı kişidir. O günlerde bugünkünden daha berrak düşündüğümüzü gördüm. Dikkatinize sunuyorum:

Fwd: Rus ajanı öldürüldü? Terör 50.000 Kişiyi hedef aldı[1]

--- In TurkGazeteToplulugu@y..., Sehmuz Karadag wrote:

Sayın üyeler,
Garih Cinayetiyle ilgili son gelişme; Onu Mossad öldürdü diyen Rus Ajan Dimitri Rigudin Bulgaristansınırında ölü bulunmuş. (Kaynak: www.haberturk.com)
Şu anda aldığımız yeni haberlere göre de Dünya Ticaret Örgütüne (50.000 kişinin dolaştığı)uçakla saldırı yapılmış. Televizyonlar canlı yayında,haberler tamamen teröre kilitlenmiş vaziyette.Ayrıca Pentagon'a ve bir ticaret merkezine de saldırı yapılmış.Bu çok önemli bir gelişme;Siz eğer terörü ülke olarak desteklerseniz,Taksim'de terör,Garih Cinayetleri bunun bir örneği,sizin de başınıza birtakım terör olaylarının gelmesi kaçınılmazdır.Afganistan'da açlıktan,depremden kırılanhalkı hala savaştıran bir zihniyetin başına bu gibi şaşırtma hadiselerinin gelmesi çok doğaldır.Dünya etme bulma dünyasıdır.Çalma kapımı,Çalarlar kapını! Ermeni terörünü desteklemek için kanun çıkarır, meclislerinizi çalıştırırsanız bu işin sonu nereye varır.Azerbaycan'da öz yurdundan sürülmüş milyonlarca göçmenleri görmezden gelip Ermenilere anıt dikmeye çalışır,Türk Milletinin ayrılmaz bir parçası olan Kürtleri Türk Milletine karşı ayaklandırmaya çalışırsanız bir gün kaşıdığınız terör gelip sizibulur.Lanet olsun teröre.Lanet olsun bunların her çeşidini destekleyen İngiliz, Yahudi, Ermeni, Rum paryalara. Gizli örgütlerinizonca masum insanın hesabını nasıl verecek?Dünyayı ne hale getirdiniz görün.Allah sizin belanızı versin.Türk Milletine de akıl fikir versin,tekrar aklını başına devşirip dünyaya yeniden huzur verici birmedeniyet getirsin.Çalışmadan kazanılamayan,başkalarının haklarına tecavüz etmeyen, kendi milletine olduğu kadar bütün insanlığa hürmeti esas alan bir yönetime dünyanın o kadar çokihtiyacı var ki..Rus ajanın öldürülmesi Mossad'ın yaptığını kabul,gücünü isbat ve gözdağı vermesi anlamına mıgeliyor?Şimdi açıklandığına göre ABD deki eylemleri Filistinliler üstlenmiş deniliyor ama benim kanaatimbu işi de Garih'i öldürenler yapmıştır. Şu anda Dünya ticaret örgütünün binası çökmüş. Binlercekişi ölmüş durumda.İ çinde çok sayıda Türk varmış.Allah rahmet eylesin.Ahmet Şah Mesud'a yapılan suikasttan haberdar olanınız var mı? Ne oldu acaba? Hedefte Irak ve Afganistan var gibi.
Aşağıdaki yazıyı lütfen dikkate alınız ve okuyunuz.Saygılarımla..Ek:Yazı (Mossad-Garih hk.)______________________________________________________
Date: Mon, 10 Sep 2001 14:42:46 +0200From: "deep" deep@u...
Subject: Dimitar Rigudin: Garihi MOSSAD öldürttüMOSSAD öldürttüa..
ANKARA
Alarko Holding Yönetim Kurulu Baskanı Üzeyir Garih cinayeti üzerindeki sis perdesi halen duruyor. Yetkililer, cinayetten sorumlu tutulan Yener Yermez'in Emniyet tarafından yakalanmasından sonracinayetin büyük bir bölümünün açıklığa kavuştuğunu açıklarken, Bulgaristan'da gerçekleşen bir cinayet, olayın çözüme kavuştuğu iddialarına gölge düşürdü. Cinayetin İsrail gizli servisi MOSSAD tarafından işlendiğini ifade eden Yahudi kökenli Rus Ajan Dimitrı Rigudin Bulgaristan'da ölü olarak bulundu. Rigudin'in bu açıklamayı yaptıktan sonra ölü bulunması, cinayette MOSSAD parmağı olduğu yönündeki görüşleri kuvvetlendirdi.Garih'in Eyüp mezarlıgında ölü bulunmasından sonra, cinayetin kim ya da kimler tarafından işlendiği noktasında senaryo üzerine senaryo üretildi. 12 yaşındaki çocuklar katil zanlısı olarak gözaltına alınırken, Emniyet hata üzerine hata yaptı. Cinayet hakkında birbiri ardına gelen senaryolardan en ciddi olanı cinayetin MOSSAD tarafından islendiği yönündeki iddia oldu. Bu iddiayı ortaya atan istihbaratçılardan en önemlisi ise, Rus Ajani Rigudin oldu. Ancak Rigudin'in ölü bulunmasi akillardakonuyla ilgili olarak soru işaretleri oluşturdu. Rigudin, Garih'in öldürülmesinde MOSSAD'in parmağı olduğunu açıkladıktan tam sekiz gün sonra Bulgaristan'da ölü bulundu. Aydınlık Dergisi'nde yeralan habere göre, Rigudin'in bu açıklamaları ajanin sonunu hazırladı.
MOSSAD: GARIH'IN BASINA BIR SEY GELIRSE BIZDENUZAKLASTIGI IÇIN GELIR
Dimitar Rigudin, Rusya'nin önde gelen gazetelerinden Trud gazetesi'nde yayinlanan yazisinda, Garih cinayetinde MOSSAD'in parmaginin oldugunu ifade ederek, konu hakkinda ilginç açiklamalarda bulundu. Rus ajan Rigudin, Üzeyir Garih'in öldürülmesinde MOSSAD'in parmagi oldugu tezini isesu sekilde açikliyordu: 'Israil gizli istihbarat örgütü MOSSAD, Amerikan merkezi istihbarat örgütü CIA'ya rapor gibi kasetler hazirladi. Bu kasette, Garih'in basina bir sey gelirse, bizden uzaklastigi için gelir sözleri kayitliydi. ' Rigudin bu kasetlerdeki bilgilere dayanarak, Garih cinayetinin arkasinda, MOSSAD'in oldugunu yazmisti.
8 GÜN SONRA ÖLÜ BULUNDU
Trud gazetesinde 28 Agustos'ta söz konusu yazisi yayinlanan Rigudin, yazinin yayinlanmasindan tam 8 gün sonra, 4 Eylül 2001 tarihinde evinin önünde ölü bulundu. Rigudin'in Türkiye sinirina çok yakin olan Svilengrad kentinde öldürüldügü yapilan arastirmalar sonucunda ortaya çikti. Ancak, Rigudin'in cesedi, öldürüldügü yerde degil, buradan tam 250 kilometre daha uzakta Varna'daki evinin önündebulundu. Rigudin'in cesedinin öldürüldügü yerde degil de evinin önünde bulunmasi ise, cinayetinprofesyonelce islendigi ve bazi mesajlar vermek üzere evinin önüne atildigi seklinde degerlendirildi. Dimitar Rigudin'in ölümü yakin mesafeden atesli silahla yapilan bir saldiri neticesinde gerçeklesti. Bu da Rigudin'in tanidigi biri ya da birileri tarafindan öldürülmüs olabilecegi seklinde yorumlandi.
RIGUDIN, MOSSAD UZMANI VE YAHUDI...
Dimitar Rigudin, 1942 dogumlu ve Rus vatandasi. Yillarca eski SSCB gizli istihbarat örgütü KGB'de görev yapan Rigudin, Türkçe, Rusça, Ispanyolca, Arapça, Farsça, Arnavutça ve Ibraniceyiçok iyi düzeyde biliyordu. Türkiye'de de yillarca görev yaptigi öne sürülen Rigudin'in Türkiye'dekullandigi isim ise Ahmet Furkan... Rigudin'in ayrica istihbarat dünyasinda, çok iyi bir MOSSAD uzmani olarak biliniyordu. Bu konuda Rusya'nin önde gelen isimleri arasinda yer alan Dimitri Rigudin'in Garih gibi Musevi asilli olmasi ise dikkat çekici bir diger yönü. Asil adi ise Vasili Sigurev...Rigudin, SSCB dagildiktan sonra, Rusya federasyonunda üst düzey polis komiserligi yapti. Yeltsin döneminde görevden alinan Rigudin, Putin'in göreve gelmesinden sonra, tekrar istihbarat servisindegörev aldi. Rigudin'in görev yeri ise ölü bulundugu Bulgaristan'dı.
ALATON'UN IFADESI...
Garih'in is ortagi Ishak Alaton'un cinayetten sonra yaptigi açiklamalarda, Üzeyir Garih'in kendisini, 'Masonlugun gizli isaretleri' ile uyarmaya çalistigi seklindeki ifadeleri ise bu olayin ortaya çikmasindansonra anlam buldu. Alaton'a göre Garih kendisinden dul bir kadina verilmek üzere para istemisti. Bu Alaton'a göre, Garih masonlukta en üst derecede bulunuyordu ve bu istek masonlukta tehlikeisareti anlamina geliyordu. Rigudin, Trud gazetesindeki yazisinda, 'Garih'in basina bir sey gelirse, MOSSAD'tan uzaklastigi için gelir' seklindeki ifadesi ve Garih'in Alaton'a göre kendisinin tehlikede oldugu uyarisi arasindaki bag ise cevap bekleyen sorular arasinda yer aliyor.
KAYNAK: YAHUDILER ARASINDAKI IHTILAFLARA DIKKATÇEKIYOR
MIT eski Daire Baskanlarindan Prof. Dr. Mahir Kaynak, Akit'e yaptigi degerlendirmede, Rus ajanin öldürülmesi olayini bildigini, bu olayla ilgili değerlendirme yapmak için erken oldugunu belirterek, 'Ben Garih'in öldürülmesi ve Rus ajanla ilgili olarak adres göstermiyorum. Ancak, sunu söyleyebilirim, bu olayin arkasinda Yahudiler arasindaki ihtilaflar yatıyor' dedi.

……………………………………………………………………….

From: http://groups.yahoo.com/group/bayrak-/post?postID=MyZHATXshceEo96hbUTAxlBpLelni1M8UXmOq1lEthtY0cxBLtBrt9m9xsSQVk6lU-t-dC6feSAIBPqnuADate: Sat Sep 15, 2001 7:19 pm
Subject: Okuma Seferberliği;"BAŞKAN BUŞH SALDIRIYIBUŞH SALDIRIYI BİR İLKOKULDA İLKOKUL ÖĞRENCİLERİNEKİTAP OKURKEN ÖĞREND[2]
Çok değerli arkadaşlarım;Birkaç günden beri bomba gibi gündemimize düşen ABD'ye saldırı ile ilgili konuları konuşuyoruz. Daha da uzun süre konuşacak gibiyiz.Bu saldırıyı kimin yaptığına dair yüksek sesle yapılan düşüncelere bir kaç eklemede bulunmak istiyorum,1.Bu saldırıyı kim planlamış veya uygulamış olursa olsun, bundan istifade edenler, bu tür hadiselere maddi, manevi hazırlığı ve bilgi birikimine sahip olan ülkeler ve kurumlar olacaktır.Türkiye büyük bir tecrübeye sahiptir ama maalesef bunu ortaya koyabilecek iradeye sahip değildir. Yönetim zaafiyetlerini ortadan kaldırmalıdır.Bu saldırının da çok uzun vadeli menfaatler için planlanmış olduğu, buna karşılık, yine aynı şekilde uzun vadeli menfaatler çerçevesinde karşılık bulacağı söylenebilir. Bu noktada Çin ve Rusya' nın busaldırıda parmağının bulunduğu söylenebilir ve en fazla çıkarın da yine uluslaraarası bilgi, basın ve para çevrelerine hakim olan gücün elde edebileceğini söylemek kehanet olmaz.2.Saldırıya uğrayan ülke ile birtakım ilişkilerimiz ve dostluğumuz, onun dünya üzerindeki terörist faaliyetlerini, bunları desteklemiş olduğunu, özellikle Usame Bin Ladin'i doğuran sebepleri kendisininyarattığını bize unutturmamalıdır.(Eski ABD Dışişleri Bakanı Ladin'i kendilerinin büyüttüğünü dün NTV söyleşisinde bizzat söyledi. Eski bir CİA bölge şefi olan Ladin, maaşları ABD tarafından Pakistan eliyle ödendiği söylenen Taliban'ınbaşkanı Molla Ömer'in kayınpederidir. Taliban askerleri ABD'nin uydusu olan Pakistan'da eğitilmişlerdir ve bugün Kabil'de trafik memurlarına kadar Pakistanlı memurlara rastlamak mümkündür.)3.Türk basını Kraldan çok Kralcı olmuş ve savaş senaryolarını tartışıyor. Bu yanlıştır. Bırakınız kendileri savaş senaryoları yazsınlar. Savaş senaryolarını tartışalım ama kendi milletimizinsavaş senaryolarını tartışalım. Afganistan, yani Cenubi-Güney Türkistan bölgesinde en fazla zarar görecek unsurlardan biri de oradaki Özbek, Türkmen ve Hazara Türkleri olacaktır.Bunlar doğrudan saldırıya uğramasalar bile, insanları rahat yaşamaya alıştıkları ve ölümden korktukları için "ateşi maşa ile tutmaya alışmış olan" sam amcanın maşaları olacaktır. Türkiye bu konuda çok dikkatli olmalıdır. Kuzey Irak' ta Türkmenleri Masanın etrafında eşit statüde oturtamayanTürkiye, PKK terörüne destek olan Nato üyelerine değil beşinci maddenin uygulanması kararını aldırmak, yakalanan teröristleri bile geri alamamıştı. Türkiye, bu defa hem bozulan ekonomisini, hem bu coğrafyalardaki kardeşlerini ve nüfuzunu, hem de terör konusundaki mağduriyetlerini (Azerbaycan'daki Ermeni terörünü-1 Milyon insanın evsiz barksız göçmen olması, Irak'ta bir KürtDevleti'nin kurulması, fiilen Türk varlığının ortadan kaldırılması, Batı Trakya'daki mağduriyetler,Dünyada Ermenistan'ın Terörist bir devlet olarak tanınmasının sağlanması v.b. konuları) gündeme taşımasını bilmelidir. Yeni dönemde bir terör tanımı yapılacaktır; Bu tanımın yapılması sırasında kendikavramlarını net bir şekilde ortaya koymalı ve kabulu için vargücüyle çalışmalıdır. Terörün tanımında Fatih Gökberk'in dile getirdiği terör konularının varlığı unutulmamalıdır. Türkiye'ye karşı işlenen terörolaylarının hesabı bu vesileyle görülmelidir. Buna Apo'nun asılması da dahildir. Mitterand' ın, Alman Milletvekillerinin, Belçika' nın vesaire desteklerinin hesabı sorulmalıdır, sorulabilmelidir, aksi halde ABD ve Batı ittifakına destek verilmesi menfaatlerimize uymaz.4.Bu saldırı vesilesiyle Amerika ve dünya kamuoyunun "medeniyetler çatışmasına" yönlendirilmesine engel olmak gerekir. Bu, insanlığa karşı büyük bir cinayet olur. Amerika'da ve başka yerlerde Müslümanlara yapılan saldırıyı bahane edip, Müslümanlara saldıranlar derhal kınanmalı ve olayların vehameti çığırından çıkarılmadan Dünya Kamuoyuna izah edilmelidir. Terör bütün ülkeler,dinler, anlayışlar ve milletler için kötüdür, kınanmalı, lanetlenmelidir.5.Bu arada Türkiye' de ekonominin daha da kötüye gideceği konusu ortada olmasına rağmen gereğinden fazla abartılmaktadır. Buradan birtakım çevrelerin çıkarı olacağı için. Bu konununkaşınmasına, Borsada ve başka ortamlarda bu bahaneyle havadan para kazanılmasınaizin verilmemelidir. Bunun da bir çeşit terör olduğu unutulmamalıdır. Bir gün bu teröre de dur denileceği hesaplanmalıdır.6.Bu terör olaylarından şöyle bir ders çıkarmak da mümkün;Teröre sebep olacak hadiselerin kökünün kazınması için devletlere ve hükümetlere büyük görevler düşmektedir. Türkiye’de Türk Devleti ile Türk Milletinin arasına girmiş mesafeler, bu hadisedensonra daraltılmaya çalışılmalı ve mümkünse yok edilmemelidir. Özellikle dış kaynaklı etnik, dini, iktisadi ve kültürel yumuşak karınların kaşınmasından oluşan yaraların tedavisinde Devlet Babakendini göstermelidir. Yaraları tedavi etmeli, bataklıklar kurutulmalı, Devletle Millet barıştırılmalıdır.7.Başta ABD olmak üzere, Dünya Kamuoyunun nasıl bilgisiz olduğu ve önlerine atılan her haber ve yorumun peşine takılıp sürüklendiği bu vesileyle ortaya çıkmıştır. İnsanlar Afganistan, Oradaki etnik ve dini yapı, sosyolojik durum, Usame Bin Ladin, Pakistan, vs. laflarını duymaktadır. (Türkiye Kamuoyu Afganistan'ı ve oradaki Türkleri bu vesileyle iyi tanımalı, onların içinde bulunduğu fakirlik ve çileleroradaki Türklerin ahvali tek tek anlatılmalı, onlara bir zarar gelmesi önlenmelidir.Bu görev basına ve devletimize düşer. )Amerika, parmağını bir yöne tutmakta Kamuoyları, orada gösterilen isimleri, devletleri, halklarını, sosyal ve kültürel durumlarını, siyasetlerini, kısa ve uzun vadeli hesaplarını hiç düşünmedenyönlendirilmektedir.Orada üç-beş yıldır korkunç bir açlık ve sefaletin olduğundan habersiziz, depremlerden yıkılmış, savaşlardan dolayı çoğu ruhen ve bedenen sakat halkını tanımadığımız gibi bir öcü karşımıza çıkarılmaktadır.Tıpkı Fransa sahillerinde petrole bulanmış kuşun Körfezdeki çevre felaketinin örneği gibi sunulması ve bunun sorgusuz sualsiz kabullenilmesi gibi. Bütün ortaya konulan bu senaryoların, haberlerin ve sairenin arkalarındaki gerçeklere bakılması yönünde hem aydınlarımızın hem de insanlarımızın kendi kendilerini eğitmelerine ihtiyaçları vardır. Bu daokumakla olur. Okumalı ve okutmalıyız. Amerika'nın Afganistan'a yerleşmesinin gelecek yüz yüzyılların, Rus ve Çin kaynaklarının kontrolü ile ilgili olduğunu, Şangay Beşlisi'nin, Bor madeninin, Kapatılan Doğalgaz ve Petrol rezervlerimizin, Tarihi tecrübelerimizin ne olduğunun insanımıza anlatılması gerekmektedir. Bunun için ben TGT mensuplarını okuma seferberliği'ne çağırıyorum. Çünkü;"BAŞKAN BUŞH SALDIRIYI BİR İLKOKULDA İLKOKUL ÖĞRENCİLERİNE KİTAP OKURKEN ALDI"Bu yüzden de bu saldırıdan en fazla yaralanacak olan Amerika'dır.ABD yetkililerince yirmi birinci yüzyıla başlangıç ilan edilen 11 Eylül 2001'de başlayan yüzyılımız, en fazla bilgiye, bilgiden kaynaklanan üretime, teknolojik buluşlara, yenilik ve hayat kolaylığına sahip olan milletlerin yüzyılı olacaktır.Dünyada en fazla çalışan (mesai saati en uzun devlet),en fazla okuyan ve en fazla buluş yapan devlet olarak ABD çok şanslı gözüküyor. Biz de milletimizi okuma ve çalışarak üretme yolunda hızlandırıp yarışta yerimizi alabiliriz.
Saygılarımla.Şehmuz Karadağ
TGT’nin (Türk Gazete Topluluğu) 3385 nolu yazısı

……………………..


MİLENYUMUN İLK SAVAŞI!

--- In TurkGazeteToplulugu@y..., fgokberk@y... wrote:Fatih Gökberk

Oynanan “Tavşana kaç, tazıya tut” oyununda, bu savaşta Ladin de, Taliban da, Pakistan da bir kukladan ibarettir. Bu savaş, öncelikle;1. Televizyonların savaşıdır. Onun için her söylenene inanmamak gerekir.2. Türk Askerine kulak vermek lazımdır. İtibar edilecek başka bir yer de kalmamıştır .3. Taliban’ dan kaçan Afgan Halkı açlık ve soğuktan ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır. Sınırımıza milyonlarca insan gelip dayanabilir. Bu bakımdan tedbire ihtiyacımız var.4. Afganistan Türkleri Taliban’ a yapılan saldırıdan en fazla zarar görecek unsurdur. Ayaklarında giyecek ayakkabısı olmayan Kuzey ittifakı içindeki Türkler, kendilerini hem ABD ve hem de Taliban’ dan korunmak ve muhtemel bir iktidarın ortakları arasında bulunabilmek için Türkiye’nin acil yardımına ihtiyacı vardır.5. Bölgede çok değişik senaryolar gündeme gelebilir. İran veya Çin’in tavırları, Rusya’nın tutumu, Pakistan Halkı’nın göstereceği direnç savaşın süratle yayılmasını sağlayabilir. Ekonomik bakımdanhükümet tedbirli olmalı, borsayı kapatmalı, hortumlanan paraları geri alıp borçlarını kapatmalı ve altını esas alan sisteme derhal geçmelidir. Çünkü bu savaş uzun bir savaş olacaktır.1. 11 Eylül tarihinde Amerika’ya yapılan saldırıya misilleme olarak gerçekleştirilen savaş başladı. Türkiye saatiyle 18.45’de başlayan ABD saldırısını dünyaya ilk defa İrfan Sapmaz duyurdu. Birgazetecilik başarısı gerçekleştiren İrfan Sapmaz’ ı kutluyorum. (Ancak bir özel televizyon kanalımız bu saldırıyı “Milenyum’ un ilk savaşı” olarak duyurdu. Ben bu tür yaklaşımları da kınıyorum. Buarsız bir üsluptur. İnsanın “Ne çok savaşa meraklıymışsınız be” diye bunların suratlarına tüküresi geliyor. ) Hürriyet’ in Bakü muhabiri olarak 1990’dan sonra birçok önemli gelişmeyi ilk ondan öğrenmeimkanımız olmuştu.Saldırıdan sonra yapılan resmi açıklamalarda ABD Başkan yardımcısı Dik Çeni’nin Cumhurbaşkanı Sezer’i aradığı söylendi. Rusya, İngiltere, Almanya ve Fransa gibi ülkeleri Buş kendisi ararken demekbize de yardımcısı düşmüş. Buradan mesela şu sonuçları çıkarmak mümkün;
a. Biz ikinci derece bir devlet ve müttefikiz,
b. Bizim köle İsaura olarak bu kadar değerimiz var,
c. Türkiye’nin bölgedekiönemini göz ardı edebilmek için ABD özel çaba gösteriyor.Saldırı Afganistan’ın Kabil Kandahar ve Celalabat şehirlerindeki Taliban mevzilerine ve havaalanlarına yapıldı diye duyurulurken veya en azından biz öyle avutulurken, Dostum canlı yayında kendisi ileyapılan telefon bağlantısında Mezar-ı Şerif, Şıbırgan ve başka birtakım merkezlerdeki havaalanlarının da vurulduğunu ve buraların yandığının haber alındığını söyledi. Bunun üzerine CNN saldırıyapılan merkezlerin sayısını arttırdı.Türk kamuoyundan gizlenen bir husus, saldırıdan sonra ABD’de açıklama yapan yetkililere sorulan sorularla ortaya çıktı; ABD kendi halkından bile tepki görmekten korkarak, bölge halkına insani yardımatacağını söylemektedir. Halktaki savaş karşıtı büyük tepkiyi bu şekilde, “masum halka bir şey yapmayacağım, onlara yardım ediyorum” görüntüsüyle frenlemeye çalışacaktır. Afganistan’ın Taliban zulmü ve tehdidi altındaki masum insanlarına o yardımların ulaşıp ulaşmayacağı ise çok şüphelidir. İngiltere başta olmak üzere Savaş Karşıtları gösterilerine şimdiden başlamıştır. Önümüzdeki günlerde Pakistan’ın karışması beklenmelidir.CNN Türk’ün muhabiri Cüneyt Özdemir İslamabat’ tan saldırı sırasında asıl CNN’in Pakistan Dışişleri Bakanı’ yla söyleşi yaptığını, dolayısıyla Pakistan’ ın ABD saldırısından önceden haberdaredilmediğini söylerken, sonraki haberlerinde çark ederek ABD’ den kopardığı tavizler sonucu Pakistan’ ın bu savaşta önemli bir görev üstlenmiş olduğunu söylemeye başladı. Burada en önemli Türk yayınkuruluşları bir tarafa, Yahudi patron uzantısı CNN Türk’ün dahi siyasi ve askeri gelişmeleri takip etmede çok başarısız kaldığını belirtmek gerekir. (Söz aramızda, ben bile iki gün önce bir iki güniçinde savaşın çıkacağını öğrenmiştim. Askerler’ den böyle bir bilgi ulaşmıştı bana.)CNN Türk’ün 11 Eylül sonrasında “Sahibinin Sesi” ni çok iyi taklit ettiğini, birtakım basınımızın da bundan aşağı kalmadığını gördük. Bu arada TRT Türk gibi uluslar arası bir kanala sahip olan TürkiyeCumhuriyeti devleti neden bu kanalda Dünya Siyasetinde kendisinin de söz sahibi olduğunu göstermek için bir çaba göstermedi. TRT, neden Afganistan’a, Kabil’e veya Dostum kuvvetlerinin yanına bir muhabir göndermedi? Buna imkanı mı yoktu, yoksa vurdumduymazlığının başka birsebebi mi var? Haber merkezinde, Dostum’ un güçlerinin ön saflarına yaklaşıp haber yapabilecek en az yirmi muhabir bulunmaktadır. En azından dünyanın ikinci büyük televizyonu olduğu söylenen TRT,Katar’ın El-Cezire televizyonundan daha iyi durumda olmalıydı.2. Dikkatimi çeken bir konu bu El Cezire Tv meselesi oldu. Usame Bin Ladin’ in birçok görüntüsü bu televizyon vasıtasıyla dünya kamuoyuna duyurulmuştu. Bu görüntülerde hep bir şeyler bana ters gelmişti. Acaba Rusya’nın Azerbaycan’ da, Karabağ’da yaptığını, ABD ve İngiliz gizli servisleri Afganistan’da mı yapıyorlardı? Bahtiyar Vahapzade ustanın dediği gibi “Tavşana kaç, tazıya tut” siyaseti mi güdülüyordu? TGT’ da dağıtılan bir yazıda Taliban ve Mehdi Projesinden bahsediliyordu. Bu yazıda bir ajan faaliyeti olarak geçen Taliban Hareketi son gelişmeler sırasında gördüğümüze göre, hiç de sahibine karşı isyan eden bir canavar görüntüsü çizmiyor. Aksine sahibinin sesini çok iyi algılayan bir görüntü çiziyor. Önce Ladin’e sahip çıkmayan Taliban sonra sahip çıkmaya başlıyor, sonra onun yerini bildiğini söylüyor ve ona hakim olduğunu söylüyor, en sonunda da vermeyeceğini söylüyor. Bütün bu gelişmeler Taliban’ ın ve Ladin’in, ABD ve İngiltere’nin Afganistan’a saldırısının meşru zeminini hazırlamak amacıyla görevlendirildiğini ortaya koyuyor. El Cezire de burada önemli bir görev üstleniyor; Dünya kamuoyuna son dakikaya kadar Ladin’ i pazarlıyor. Ancak pazarlanan Ladin görüntüleri hiç de Müslümanların dini bir konuyla uğraştıklarını göstermiyor. Aksine vur-kır, sefalet, çocukların beynini yıkama, eğitimsizlik, adaletsizlik, iktidarsızlık, düzensizlik kısacası tam bir barbarlık gösteriyor.
İşte meselenin özü buradadır; Dünya bir savaşa sokulacaktır, küresel imparatorluk öyle istemektedir. ABD ve başka ülkelerin halklarının hiç önemi yoktur ama birtakım gerekçelerin de sunulmasıgerekmektedir. Bu gerekçeler arasına en fanatik haliyle İslam, uyuşturucu, terör, kadınları okutmayan bir anlayış, kısacası İslam’la hiç ilgisi olmayan barbarca tutumların Dünya Kamuoyununönüne sunulması gerekiyordu. Önce Ladin suçsuz bir terörist gibi sunulacak, saldırı gerekçeleri açıklanmayarak masummuş gibi takdim edilecek, daha sonra da bu eylemi yaptığı kabullendirilip (EL Cezire bunu yaptı sanırım) savaşa haklılık kılıfı kazandırılacaktı. Burada asıl dikkat edilmesi gereken konu şu; İslam’ın böyle bir din olmadığını herkes biliyor. Bu adama kimse sahip de çıkmıyor. Hattakoruyucuları olan ülkeler de ne hikmetse ABD’nin güdümünde olan ülkeler. Taliban’ ı kuran da besleyen de, Ladin ve yandaşları eliyle eğiten, geliştiren ve Kuzey İttifakı’na karşı iktidara getiren de ABD ve CİA. Afganistan’da iktidara getirdiği Taliban’ı yandaşı ülkelere tanıttıran da ABD. Taliban’ı dünyada Pakistan, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden başka tanıyan yok. Bir de Katar ve El Cezire Televizyonu tanıyor. Böylece ABD ve İngiltere’nin Katar ve El Cezire kartını da görmüş olduk.Bu vesileyle El Cezire Tv’nin Taliban Savunma Bakanı ile canlı yayında Kabil’e bağlanması çok ilginç. Yanında bir başka Televizyon kamerası olan bir bakan düşünün. O ülkede yayın yapan doğru dürüstbir televizyon bile yok ve elektrikler kesilmiş, tepenizden bombalar yağıyor, siz pırıl pırıl bir görüntüyle açıklama yapıyorsunuz.Katar’ın El Cezire’ sine..Bu görüntüler bana Kuveyt’ te diye takdim edilen ama gerçekte Fransa sahillerinden çekilmiş petrole bulanmış kuşları hatırlattı. Bu El Cezire Televizyonu’nu çok merak ediyorum;Önümüzdeki günlerde bakalım hangi bilgileri önümüze sürecekler. Ladin’in 11 Eylül’ü ben yaptım, haklıydım diyen, pırıl pırıl cihat çağrısı görüntülerini görürsek şaşırmayalım. Küresel İmparatorluk, busavaşı Ladin ve Taliban ağzıyla Müslüman- Hıristiyan Savaşı gibi takdim edecek, Hıristiyan cephesi yok öyle değil, Müslüman cephesi yahu bu adamla benim ilgim yok diyene kadar savaş karlarını yapmış olacaktır. Ladin’ in samimi bir Müslüman olduğunu kabul etsek bile bu amaca hizmet eden bir piyondan başka bir şey olmadığı ortadadır. ABD, CNN Türk kanalını kurarken bu günleri düşünmüş, Türkiye’ nin bölgede önemli bir yere geldiğini görmüş ve muhtemel bir savaşta (Körfez Savaşında olduğu gibi) Türk kamuoyuna başka bir milletindilinde ve bakışıyla koordinatları verilen bir savaş yerine kendi dilinden birileri tarafından aktarılan bir senaryo mu sunmak istemiştir? Taha Akyol bunun için mi vitrine konulup son anda vitrinden uzaklaştırılmıştır. Bu katar El Ceziresi aynı amaca yönelik mi çalışıyor? Bu TV, ekranın sağında, solundaki Arapça yazı ve kısaltmalarla (logosu)Türk kamuoyuna daha mı sıcak gelecektir? Altında Arapça yazıyor diye Sahibinin Sesi’ne bakmadan her denilene evet mi diyeceğiz? Bu bakımdan Türk Ordusundan gelecek sese kulak verilerek her türlü çatlak sese karşı duyarlı olmakta fayda görmekteyim.3. Taliban, ilk açıklamasında hadiseyi “Terör “ olarak nitelendirdi. Doğrudur, masum halkı, milyonlarca insanı korkutarak, büyük göç dalgalarına sevk ederek, bombalayarak, evinden barkından uzaklaştırarak Pakistan, İran, Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Çin sınırına doğru yalınayak yollara düşürmek terördür. Ancak bunlara vesile olmak da bir terördür. Terör varsa bunun sorumlusu terörü yaratanlarla kucak kucağa olanlardır. Bu da bir yana olan masum halka olmaktadır. Şu anda yollarda iki buçuk milyon, İran’da iki milyon, Pakistan’da iki milyon toplam altı bucuk milyon insan göç halindedir veya aç susuz kamplara kapatılmak durumundadır. Bu göçlerden çok önce Akdeniz’de batan birtakım gemilerin yolcularının çoğu Türk asıllı Afganlılar olduğu hatırlanırsa göç dalgasına Türkiye’nin de hazırlıklı olması gerekir.4. İngiltere Başbakanı, savaşla ilgili açıklamasının bir yerinde mealen ”11 Eylül’de yapılan saldırının bugüne kadar İngiliz vatandaşlarına karşı yapılan en büyük saldırı olduğunu, ülke içinde veya dışında İngiliz vatandaşlarına yapılan saldırıya kayıtsız kalamayacakları için bu savaşta yer aldıklarını” söyledi. Bu bizim soydaşlarımızın en büyük taraf olarak yer aldığı savaşta bizim neden bütün imkanlarımızla yer almadığımız sorusunu akla getiriyor; Neden biz Dostum cephesindeki Türkleri ayakkabısız bırakalım veya onların bizim dışımızda ayakkabısız savaştırılmalarına göz yumalım? İransınırına yığılan göçmenleri Güney Azerbaycan’da, Türklerle Farslar arasına tampon olarak yerleştirmeyi düşünmektedir. İran haber ajansı İrna’ nın bildirdiğine göre sınır kasabası Zaranç’ da halk Taliban’ la çatışıyormuş. Bu da İran’ ın kendi bahçesi olarak gördüğü Afganistan’ da hiç de eli boş durmayacağı anlamına geliyor. İran ve Çin diklenecektir. Rusya fırsat bu fırsat Akdeniz’e inmek içingerekirse Pakistan’ lı göstericilere yardım bile edecektir. Keşmir meselesi çözülmeye kalkılabilir. Çeçenistan ve Afganistan üzerinde biyolojik ve kimyasal silahlar başta olmak üzere yeni silahlardenenebilir. Ebola ve benzeri virüsler semalarımızı kaplayabilir.5. Türkiye her şeye hazır olmalıdır. İçte yeni bir kriz yaratmak isteyenler olabilir. Başta ekonomi olmak üzere her konuda tedbirli olmak zorundadır. Borsa Türkiye’yi dize getirmek için bir çökertmearacı olarak kullanılabilir. Onun için ya borsa kapatılmalı, yahut da çok ciddi caydırıcı tedbirler konmalıdır. Altın’ a önem veren bir sistem oluşturmak, içerde ve dışarıda alacaklarını tahsil etmek (Körfez alacakları da dahil) hortumlanmış paralarını bunu yapanlardan geri almak mümkündür. Doğalgaz konusundaki bağımlılığından derhal kurtulmalı, Mavi Akım’ ı unutmalıdır. Borçlarını derhal kapatarak ekonomik açıdan düzlüğe çıkmak için seferberlik başlatmalıdır. Tasarruf özendirilmeli, mesela savaşan bir ülke olduğumuz göz önüne alınarak elektrik kesintisi teşvik edilmelidir. Öbür taraftan da akıllı tüketim kampanyaları açılarak ekonomi rahatlatılmalıdır.Türkiye, dünya üzerindeki bütün masum insanların yeni kıblesi olmaya hazırlanmak zorundadır. Çünkü görüldüğü kadarıyla ABD Dünya jandarması olamamış, küresel İmparatorluğun kuklası halinegelmiş,milletleri bölüp birbiriyle savaştıran bir canavara dönüşmüştür. Savaş ticareti yapan küreselcilere karşı yapılan saldırı ona buna yamanmıştır. Bunların yine kendilerinin kontrolünde olmasıçok önemlidir. 11 Eylül de, Taliban da, Bin Ladin de aynı karanlık gücün eseridir. Olan masum insanlara olmaktadır. Dünya aldatılmaktadır. Çevremiz hızla felaketlere boğulurken savaş içinharcanan paraların milyonda biri beslenme, sağlık, eğitim ve kalkınmaya ayrılmadığı için insanlar ölmekte veya sefalet içinde yaşamaktadır. Üstelik birbiriyle savaştırılmaktadır. Günde 35.000insan açlıktan ölmektedir. Atılan füzelerden birinin parasıyla bütün Kabil halkı bir yıl açlıktan kurtulabilirdi. Bu felaketleri gerçekleştirenler, açlık ve sefalete karşı para ayırmak yerinesilahlanmaya harcama yapanlar, İnsanlığa bu kötülüğü yapanlar bir avuç insan kılıklı canavardır. Bunlar kan emici parazitlerdir. İnsanlık kısa bir süre sonra savaş ticaretiyle para kazanmak içinmilyonlarca insanın hayatıyla oynayan bu canavarlara dersini verecektir.Türkiye tarihinden gelen tecrübesiyle İnsanlığı bu felaketten kurtarmalıdır.Türk Milleti yeniden insanlığa adalet götürmeli ve buna hazırlanmalıdır.

[1] Bu yazı 11 Eylül 2001 Salı saat (ö.s) 2:22 tarihli olup http://groups.yahoo.com/group/bayrak-/message/144 adresinden alınmıştır.
[2] http://groups.yahoo.com/group/bayrak-/message/145

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Sen Uygur Kızı

Aybars Fırat 7.7.2009

Senin adını bilmiyorum. Ne iş yapıyorsun, öğrenci misin, evli misin, nişanlı mısın bilmiyorum. Belli ki Doğu Türkistan'lı bir Türk kızısın. İşkencesi ve sinsiliğiyle, yüze gülüp, arkadan kalleşçe mezar kazmasıyla meşhur Çinlinin karşısına öylece dikilmenin ne anlama geldiğini bilecek yaştasın. Ölüm bana vız gelir dediğine göre, yaşadığın vahşet ve zulüm, daha hayatının baharında, sevme, sevilme çağındaki seni çileden çıkarmış olmalı. Bıçak kemiği de geçmiş ki sen orda tankın, topun, tüfeğin, copun karşısındasın.
Adını sanını bilmesem de bütün varlığınla zulmün karşısına dikildiğini, neden orada olduğunu tahmin edebiliyorum.
Öncenin öncesinde, Çinliler, Doğu Türkistan'da Türkleri azınlık durumuna düşürmek için, Çin hapishanelerindeki azılı mahkümları, sapıkları, katilleri, Uygurları vatanlarından kovalamak şartıyla serbest bırakıp Doğu Türkistan'a göndermişlerdi, göndermeye de devam ediyorlardı. Böylece tanımadığın asık suratlı yüzbinlerce Çinli yıllar boyu size komşu oldu. Toprağınızı elinizden aldı. Yetmedi, işinizi elinizden aldı. Yetmedi, binlerce yıldır yaşadığınız ev/bark/pazar/ camilerinizi elinizden alıp, yıkarak yerine, yerleştirilecek Çinliler için toplu konutlar yaptılar. Size camileri yasaklayıp, dilinizi de unutturmak için, zorla Çince öğrettiler. Anne karnındaki doğumu yaklaşmış bebekleri zorla kürtaj yaptılar.. .
Bütün bunlar yetmedi. 'İş gücü fazlasını başka bölgelere gönderiyoruz' diyerek evlerinden, çocuklarından, eşlerinden kopardıkları kadın ve kızlarımızı uzak Çin bölgelerine gönderdiler. Pis emellerine, köleliğe zorladılar. Kabul etmeyenleri de hunharca öldürdüler. Dünya bu soykırıma kulaklarını tıkamış, Türkiye yetkilileri ise hepten sağır olmuştu.. Şu son hadiseye kadar. Ne oldu peki?
Önce erkekler, bir gece yarısı öldürülen eşlerinin, kızkardeşlerinin akıbetini sordular. Neden bu hadise ile ilgili hiçbir soruşturma açılmadığını bilmek istiyorlardı. Sonra, onların masum gösterilerine yaylım ateşi açılıp öldürüldüler. Masum bir soruya cevap verilmesi yerine, öldürülen babalarınızın, kardeşlerinizin, neden öldürüldüğünü sormak, zayıf bedeninle sana, size düştü. Kiminiz yalınayak, kiminiz kucağında bebeleriyle, kiminiz kırık bastonuyla..ama mangal gibi yüreklerinizle...
Dünyanın gözü önünde cereyan eden bu soykırıma sadece siz karşı durabilirdiniz.
Türklerden başka bu cesarette kadınlar, kızlar yetiştirebilen bir millet daha var mı acaba, ?
Senin gibi tankların, silahların önüne yumruğuyla çıkan yüzlerce Uygur kadını ve kızı, öyle fotoğraflarla dünya basınına yansıdı ki, her biri ayrı bir bayrak yapılacak kırattadır. Bu şeref size yettiği gibi yedi sülalenize de yeter. Ama milletimiz, insanlık bu şereften nasibini alır mı bilmem.. Zira artık milletimizin yüreğinin toplu attığından emin değilim. Bir ferdinin bile parmağına diken batsa muzdarip olması gereken bir Türk Milleti kaldı mı acaba?
Zayıf omuzlarına öyle bir yük yükledik ki kardeşim, bizi affet. Bize hakkını helal et. O meydanda biz olmalıydık. Hepimiz, bütün Türkler, bütün Müslümanlar ve bütün insanlık! Olamadık. Sen bize hakkını helal etsen bile, bu zulme seyirci kalan bizleri Allah affeder mi bilemem.
Gerçi sen yalnız değilsin orada. Gazetelerde, televizyonlarda, senin gibi, bir orduya karşı sadece yumruklarıyla hesap soran, meydan okuyan yüzlerce, binlerce kadın ve genç kız resmi gördüm.
O ne haysiyetli duruştur be kardeşim. Analar halâ böyle yiğit kızlar mı doğururmuş?
Bu resimlerden sadece birine sahip olan bir hareket, gerçekten yabancı bir gücün tesiriyle bu gösterileri yapmış olsaydı, çoktan ihtilali yapmış, bitirmiş olurdu. Çünkü dünya televizyonları öne çıkan bu resmi -mesela senin resmini- öyle bir allayıp pullarlardı ki. Çoktan sembolleşmiş olurdun. İsmin, cismin de belli olurdu o zaman.
Parçalanmış bedenleri gördüm. Boynunda yaftası, eli arkadan kelepçeli, öldürülmüş diğer kızlarımızı, gençlerimizi gördüm. Elleri kelepçeli olduğu halde boynu kesilmiş yiğitlerimizi gördüm. Neden bir insan kelepçelendikten sonra öldürülür ki? Onlara bakarken;
"Sevinin Mehmedim başlar yüksekte
Ölsek de sevinin eve dönsek de
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte"
diyen şairi düşündüm. Sizden önce Doğu Türkistan'da bu zulümleri çeken Uygurları, Kazakları düşündüm. Himalyalarda donmuş bebeğini gömemeden yoluna devam etmek zorunda kalan analarımızı düşündüm. Seni düşündüm. Belki bu resim çekildikten sonra zalimin insafına kaldın ve evine ulaşamadın. Tutuklandın, işkence görüyorsun, başka iğrençliklere maruz kalıyorsun. Belki de şu anda hakkın şerbetini içip şehadete ulaştın.
Biz senin sağ olup olmadığını, o fotoğraf karelerine yansıyan yiğit Türk kadın ve kızlarını, gençlerini takip edeceğiz. İsimlerini bilsek de bilmesek de hepsini tanıyoruz. Başlarına gelenlerden sadece Çinlileri değil bütün dünyayı sorumlu tutacağız. Çünkü kardeşlerimiz sadece elleriyle, yumruklarıyla gösteri yaptılar. Çinlilerle eşit muamele ve adaletten başka birşey istemiyorlardı. Ama dünya siz müslüman olduğunuz için göz yumdu.
Başımızda soykırım diye boza pişirip iftira atanların sesi neden çıkmıyor? İşte son otuz yılda canlı yayınlanan bir başka Türk Soykırımı.. Birincisini Ermeniler Hocalı'da yapmıştı, ikincisini de Çinliler yapıyor. Tibetlilere yapılan baskılarda sesini yükseltip, Doğu Türkistan'daki Türkler sözkonusu olunca susan iki yüzlü Uygar Dünya'ya bir gün elbet biz de bunun hesabını sorarız.
Çin, öldürdüğü her Uygur için tek tek hesap verecektir. Bu hesaptan hangi seddi yaparlarsa yapsınlar kurtulamayacaklar.
Önce Çin'i sonra bütün dünyayı masumların ateşi yakıp bitirecektir.
Seni bir bölük kalkanlı-coplu Çin polisinin karşısında çıldırmış bir şekilde kardeşlerinin hesabını sorarken gördüm.
Sendeki yiğitliğin binde biri bile bizde yoktu kardeşim.
Oturdum ve kadınlar gibi ağladım.
Okuyucularımı bu soykırımla ve Doğu Türkistanla ilgili bütün toplantılara ve protestolara gitmeye, yerli yabancı ilgili bütün yayınları takip etmeye, çıkan gazete yazılarını okumaya, tv. programlarını görmeye, yazmaya çağırıyorum. Çin mallarını kesinlikle almamaya.. Bir de Doğu Türkistan zulümden kurtuluncaya kadar dua etmeye...Bu zulme sessiz kalmayınız. Sessiz bir çığlık ancak bizi yer, bitirir.
Resmi, görüntüsü basına yansıyan, yansımayan kardeşlerimizin sağ olup olmadıklarını bilmek, resmini gördüğüm her kardeşimin hikayesini de duymak istiyorum. Bizleri habersiz bırakmayınız.
Allah yar ve yardımcımız olsun benim aziz kızkardeşim. Şehitlerimize Allah'dan af ve mağfiret dilerim. Sizin için dua ediyor ve çaresiz bir kardeşin olarak seni selamlıyorum.
http://soykirimakarsisessizciglik.blogspot.com/2009/07/sen-uygur-kizi.html

UYGUR KIZININ CANLI GÖRÜNTÜLERİ İÇİN bkz:
http://news.bbc.co.uk/2/hi/asia-pacific/8137519.stm
http://news.bbc.co.uk/2/hi/programmes/world_news_america/8140974.stm?ls
http://news.bbc.co.uk/2/hi/asia-pacific/8137519.stm?ls

30 Haziran 2009 Salı

Ağaçlardan Ormanı Görememek

Sayın Pekacar, Sayın Üyeler:

"Kol çapınızdar"ifadesini Bişkek'te,Almatı'da,Aşkaabat'ta "alkışlayınız" karşılığında kullanıldığını duymuştum.

Alkış,kargış,sarkış,tartış,...
kuzlama,buzlama,közleme,cızlama,sızlama...
somurtmak,kanırtmak,seğirtmek,ucurtmak.
sıçırtmak,kaçırtmak,geçirtmek,doğurtmak..
ağlama,bağlama,sağlama,dağlama,...

bu şekilde birbirine ses bekımından yakın gibi gözüken sözler, fiiller hep dikkatimi çekmiştir.
Ama sebebini de merak etmiyorum. Benim merakım yaşayan Türk lehçelerindeki bu ve benzer sözlerle ilgili olarak çalışan arkadaşlar, "ne zaman sözleri bırakıp sözlüklere, sözlükleri
bırakıp saha çalışmalarına, saha çalışmalarını bırakıp felsefi çalışmalara, geleceğe, 22...asra yönelik çalışmalara girebilecekler?"

Dünyada kaç Türk Boyu ve Lehçesi, kaç Türk Yerleşim Yeri, kaç Türk Adı, kaç ağız, kaç Türk Alfabesi, kaç Türk Kitabesi var?

Kaç Türk Büyüğü, kaç Türk Kütüphanesi ve Kitabı, kaç Türk Sanat Eseri var?

Türklerin zaafları, Türklerin üstünlükleri, medeniyete katkıları, insanlığa hizmetleri nedir?....

Türk Milleti'nin geleceğe dönük hedefleri nedir?
Bu hedeflerinin önündeki engeller nedir ve varsa hıyanetler, hainler kimdir?

Türk Milleti'nin geleneksel ve çağdaş eğitimi nasıl olmalıdır?

Türk dilinin korunması için neler yapılmalıdır?

Türk Kültür ve Edebiyatı, siyasete, diplomasiye nasıl yardımcı olabilir?

Türkler üzerindeki uzun vadeli planlar nasıl boşa çıkarılabilir?

Türklerle ilgili yazılan son eserler nedir?

Bilgisayarlarda herhangi bir dildeki metni Türkçeye, Türkçe'nin lehçelerini Türkiye Türkçesine nasıl çevirebiliriz?

Türkoloji topluluğunda bu ve benzer sorulara zaman zaman yaklaşan sorular oluyor ama ağaca bakmaktan ormanı göremiyormuşuz gibi bir düşünce uyanıyor bende. Tabii bu topluluğu dört aydır takip ettiğimi söylemek yerinde olur. Belki de ben kaçırdım. Asıl meseleleri değil, tali meseleleri konuşuyoruz derken bu yüzden biraz abartmış olabilirim. Ne dersiniz?

Son olarak, Bilgisayar Terimleri Topluluğu ile ilgili tartışmaları orada yapsak daha verimli oluruz diye düşünüyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum.
Sehmuz Karadağ

--- cetin pekacar wrote:
Sayin Cansever,
Soz konusu mesajinizdaki muhataplarinizdan birisi olmasam da orada gecen "alkislarimi iletmek
istiyorum" seklindeki ifadeniz ilgimi cekti: Acaba "alkis" kelimesini, Turkce Sozlukte (TDK, 1998 ve son baski) verilen anlamiyla, adi gecen kisileri ve onlarin ilgili mesajlariyla verdikleri bilgileri
"begendiginizi, onayladiginizi belirtmek amaciyla el cirpma" anlaminda mi; yoksa baska bazi Turk lehcelerinde bililnen anlamiyla "tesekkur" maksadiyla mi kullandiniz?
Bu konuda beni aydinlatirsaniz memnun olurum. Simdiden tesekkurler.

Cetin PEKACAR

YÜZÜKLERİN EFENDİSİ

Hatırlayan:SehmuzKaradağ

Amerikalı araştırmacıların, Konya'nın köylerinde köylülerimize gördükleri rüyaları anlattırdıklarını duymuştum. Keşke biz de bırakınız gördüğümüz rüyaları geçmişte yaşadıklarımızı, oyunlarımızı, adetlerimizi, geleneklerimizi, eğlencelerimizi anlattırabilseydik.
Şimdi anlatmaya çalışacağım Yüzük Oyununun artık çoğu yerde unutulduğunu görüyorum. Yüzük Oyunu özellikle uzun kış gecelerinde oynanan biroyundur. Hatırladığıma göre oyun, bir tepsi üzerindeki fincanlara veya yerde bulunan herhangi bir malzemeden oluşmuş (mesela çoraplar) saklamaya uygun kapların (ceviz kabuğu vb.(Bu kapların sayısı 6'dır) içine saklanan yüzüğün iki karşı grup arasında saklanması vebulunması, yüzüklerin saklanması sırasında şakalaşmalar, yüzüğü saklayan oyuncunun psikolojisinin çözümlenmeye çalışılması, karşı ekibin hangi durumlarda hangi kabın altına yüzüğü koyacağını tahmin etme veya kışkırtıcı ifadelerle ağzından, gözünden alma, yüzükleri bulma ve belli bir sayıya ulaşarak yenme, utma sonucu alınan ödüllerin paylaşılması, mesela yemeğin yenmesi, yahut da tatlı eziyetlerin yapılması esasına dayanıyor.
Genellikle evdekiler ikiye ayrılırve bir grup ebe seçilir. Yüzüğü tepsideki 6 fincana karşı tarafın hemen bulamıyacağı, hatta sayı vererek bulabileceği bir fincana saklar. Ortaya getirir. Kendisi karşı taraf hangi fincana sakladığını anlamasın diyeyüzünü kaçırır. Tabii karşı ekip ona takılarak konuşturmaya,"Onda değilmiş!","Bulduk. Tamam" gibi ifadelerle onu baktırıp ağzından laf almaya, gözünden anlamaya çalışır. Oyuncular ilk veya en son fincanda yüzüğü bulabilirlerse saklama sırası onlara geçer. Saklayan taraf her zaman karlıdır çünkü. İkinci fincanda bulmak tehlikelidir. Ceza puanı onbeştir. Üçüncüde altı, dördüncüde üç, beşincide iki olan ceza puanları en baştaki anlaşmaya göre 50,100,200gibi rakamlara ulaşınca oyun biter. Kim önce ulaşırsa otakım oyunu kaybeder.
Bu çekişmeli bir oyundur ve bazan iki köyün gençleri, yaşlıları bir araya gelir ve buoyunu oynarlar. Bu takdirde oyunun tadına doyum olmaz. En kurt oyuncular meydana sürülür. En iyi saklayıcılar, duygularını belli etmeyen ve karşı tarafı yanlış fincana yönlendirip puan kazandıran oyuncular tercih sebebidir. Ağzın laf yapması kadar karşı tarafı çok iyi tanımak da önemlidir.
Bu oyun, zekaya dayanan ev oyunlarına çok önemli bir örnektir. Kanaatimce oğlak kapma yahut, Türkistan'daki adıyla Kokpar, Gökbörü, Buzkaşi oyununun toplumdaki, meydandaki yeri neyse Yüzük oyununun da evdeki yeri odur. Akıl, Zeka, Maharet ister. Eliçabukluk, zihni çabukluk, hazırcevaplık ister.
Ne dersiniz bu gibi Türk Milletini ezelden beri eğiten adet ve geleneklerimizi, oyunlarımızı kaybettikçe; Gökbörü Oyununu, Yaren Geleneğini, yüzük oyununu oynamayı bıraktıkça, Türklerin hangi durumlarda nasıl davranacaklarının eğitimini yapmadıkça yüzüklerin efendisi olmayı, kurt olmayı,başkalarına bırakmışolmuyor muyuz?

16 Haziran 2009 Salı

HER ŞEY ORTAYA ÇIKSIN


Türkiye’de öteden beri halkın ilgilenmediği, doğrudan ekmeğiyle alakalı olmayan alanda, kâğıt üstünde çok ilginç şeyler oluyor. Yine kâğıt üstü bir hadiseyle karşı karşıyayız. Kurtuluş Savaşından yorgun çıkmış, fakir, perişan halk kitlelerinin siyasetle, sanatla, kültürle, ekonomiyle ilgilenememesi sonucunda halk ile yönetim arasında tuhaf bir ilgisizlik oluşmuştu. Bu ilgisizlik sadece seçimlerde kendini gösteren bir kontrol mekanizması ile yetinmeyi doğurdu. Yönetimin ve aydın kesimin halkı pek dikkate almaması, tepeden inmeci bazı siyasetlerin uygulanabilmesine imkân tanıdı. Halkın kendi rızası dışında yönetilmesine dönem dönem sert tepkileri de oldu. Ancak bu tepkileri saman alevine gibiydi. Ülkeyi yönetenler de durumu böyle gördükleri için, doğru bildiklerini halk için de doğru olan budur diye gerçekleştirmeye çalıştılar. Vatandaş ta acaba yönetimde, kültürde, sanatta, ekonomide ben ve benim gibi düşünenler de bulunsa iyi olur mu acaba diye düşündü ve bu yönde çaba gösterdi. Ülkede, her alanda birinci sınıf olan yöneticilerin çocukları ile, ikinci sınıf halkın çocukları arasında bir yarış başladı ve bu yarış gittikçe kızıştı.

Ülkenin böyle idare edilmesi ve iktidar yarışına halkın da katılması, Türkiye için planları olan yabancı güçleri de iştahlandırdı. Onlar zaten Türkiye’de yönetime gelebilecek olan zeki kişileri alıp yetiştirerek Türkiye’nin siyasetine dâhil etmeye çalışıyordu, bu sefer yelpazelerini biraz daha genişleterek Anadolu’ya açılmış oldular. Maksatları uzun vadede kendi eksenlerinde yönetimler oluşturarak Türkiye’yi uzaktan kumanda ile yönetmekti. Bunda da başarılı oldular. Ülke yönetimine gelen, siyasetinde, biliminde, sanatında söz sahibi olan birçok kişi yabancı burslarıyla okuyarak bu yoldan geçti. Böyle olunca Türkiye’de iki tür düşünce ortaya çıkması kaçınılmazdı: Birincisi Türk Milletinin kültürüyle yetişmiş, onun menfaatlerine göre düşünen ve yaşayanlar. İkincisi de Türk Milletinin menfaatlerinden çok hayranı olduğu ülkenin kültürüyle düşünen, ağzıyla konuşan ve yaşayanlar. İkinciler, maşa olarak kullanıldıkları halde, daha eğitimli ve tecrübeli olduğu için, kavramlarla, siyasetle, sanatla, kültürle daha iç içe idiler. Birinciler de ister istemez, geleceği meçhul kavramlar ve yollardan ülkeyi korumak için ikincilere muhalefete zorlandılar. Sınırlı oranda kendi düşünceleriyle yürüyebildiler. Gerektiğinde kelleyi koltuğa alıp gereken her türlü mücadeleyi vermek zorunda kaldılar.

Aslında tepeden inmeci siyasetleri yürütenlerle, buna karşı ‘benim de varlığım hesaba katılsın’ diyenlerin içinde ülkenin menfaatleri doğrultusunda çalışan veya ülke menfaatlerine ters bir konumda olanlar da mevcuttu. Ancak sapla samanın karıştırılmaması imkânsızdı. Doğruyu söyleyen her zaman dokuz köyden kovulmuştu ve yalancının mumu yatsıya kadar yanardı. İşte yanlış yerde ama doğruların peşinde olanlar veya doğru yerde ama yanlışlıklar içinde olanlar ne yazık ki tamamen kâğıt üzerinde, masa başında üretilen kavramların, siyasetlerin kurbanı oldular. Bu kavramlar dışarıda üretilip içerde taraftar toplandığı için bu ülkenin davasını güdenler, yabancı olan her şeye sert muhalefet gösterip, yerli olan her şeyi de masum zannettiler. Baş tacı ettiler. Hâlbuki yerli zannettikleri hareketlere de çoktan yabancı parmağı girmişti.

Türkiye’de ortaya çıkan bütün tartışmalar kâğıt üzerinde idi. Sağ-sol, alevi-sünnî, Türk-Kürt, laik-dinci, ilerici-gerici, irtica, yobazlık, başörtüsü… Bu tartışmalara giren taraflar kimin ekmeğine ne kadar yağ sürdüğünün farkına varamadı. Aleyhte söylenen her şeyi tersinden anlamaya, içindeki doğruları ayıklamadan reddetmeye müsait bir konumdaydılar. Körü körüne bağlı oldukları partiler, cemaatler, gruplar vardı. Bütün bunların ekmeğine yağ süren bir cehaleti doğuran eğitimsizlik ve bilgi kirliliği vardı, Okumama, düşünmeme alışkanlık haline gelmişti. Sapla saman birbirine karışmıştı. Türkiye’de bir partinin ileri gitmesi, halkın nazarında itibar kazanması isteniyorsa, halkın hassas olduğu konularda birkaç önemli makamın, ileri geri beyanat vermesi yeterli hale gelmişti. Mesela başörtülülerle ilgili uygulamalar ve beyanatlara irtica lafının eklenmesi milletin sinirine dokunuyordu. Halkın iktidara ilgisi yoğunlaşmış, ama aynı oranda kafası da bulanıklaşmıştı.

Yıllardır destek verdiği değerlerin tam tersini savunacak olan, diğer taraftan bam teline basan konularda şirin söylemlere sahip AKP’yi bu şartlarda iktidara taşıyan halk, yine her zaman olduğu gibi geriye çekilip icraata baktı. Beğenmezse gelecek seçimde icabına bakardı nasıl olsa. Ama bu sefer öyle olmadı. Sağ gösterip sol vuran bir iktidar bulunuyordu. Türkiye’nin menfaatlerinden çok ABD’nin, AB’nin menfaatleri ekseninde politikalar yürüten AKP, bu politikalarını demokrasi, insan hakları gibi geçmişte karşı tarafın elinde tutuğu argümanları savunarak yürüttü. Çeşitli localar, geçmişti aşırı solda yer alıp günümüzde aşırı AB’ci, ABD’ci kesilen sahte aydınların desteğini aldı. Yine halkın tarafında gözüküp de halkla ilgisi olmayan, dış destekli birçok cemaat bu hareketi desteklemeye devam ettiler. Tam da böyle bir ortamda Ergenekon Davası diye bilinen süreç başladı. Bu dava dolayısıyla ortaya çıkan durum yine sapla samanın karıştığını gösteriyordu. Apo itini getiren, PKK ile mücadelesi sırasında gazi olmuş kişilerle, AKP’yi iktidara taşımak için yoğunlaştırılan irtica (başörtüsü) karşıtlığı yapanlar aynı davada birlikte yargılanır oldu. Ortada deşifre edilen bir Gladyo varsa, ki patenti ABD ve AB’ye aitti, yerine yenisi kurulmuş olmalıydı.

Türkiye’de Türk Milletinin menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyenlerle, Türk Milletinin menfaatlerini dikkate almayıp, sempati duyduğu, bağlı olduğu ülkenin menfaatleri doğrultusunda çalışanların kavgasının büyüdüğü söylenebilir. Taraf’ın ortaya çıkardığı İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı da bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Bu kavgada bir taraf AKP ve Fethullah Gülen olarak ortaya çıkıyor, diğer taraf ise henüz kim ve ne olduğuna karar verememiş bir kitle konumunda. Taraflardan birinin iktidarda olduğu kesin. Ortada muhalefet olmadığına göre, diğer taraf fiilen yok mesabesinde sayılabilir.

AKP, Cumhurbaşkanlığı makamına kendi içinden birini oturttuğuna göre, iktidara tam hakim sayılabilir. Basın desteği ise tartışılmaz. Türkiye’nin en büyük gazetesi her gün AB ve ABD yöneticilerinin Türkiye dileklerini, direktiflerini gündeme taşıyor, Kürtçü oluşumlara destek veriyor, masa başında Türkiye için planlanan rollere uygun yayınlar yapıyor. Bütün AB ve ABD yandaşları, Kürtçü oluşumlar, sağcısıyla, solcusuyla AKP’yi destekliyor. Nur Cemaatinin varisi Fethullah Gülen Hareketi ise Türk halkının önemli gördüğü eğitim gayretleri ve çok ciddi emek ve para gerektiren Dünya çapındaki çalışmalarıyla bilinmektedir. Pek de yakından takip edilmeyen çalışmaları da vardır. Vatikan’ın Misyonerlik Konsülü başarıya ulaşamayınca kurduğu Diyalog Konsülü’nün uzantısı konumundaki Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü, diğer dinleri, mensuplarını ve peygamberlerini İslam ve Hz. Muhammed (S.A.V.) seviyesine çıkarma, Katolik kiliselerle içli dışlı çalışmalardan bahsediyorum. AKP, kadrosu olmadığı için kendisini İslamcı kesim içerisinde ‘bir asırlık bir sa’ye sahip’ gibi gösteren Fethullah Gülen cemaatinin kadrolarından yararlanıyor ve her yere bu kadroları yerleştiriyor. Halkın düşüncelerini temsilen iktidara geldiği için de halkın desteğini almaya devam ediyor. Cılız bir şekilde ortaya çıkan 'irtica yükseliyor' sesleri de demokrasi, insan hakları ve benzeri söylemlerle susturulabiliyor. Fethullah Gülen Hareketinin sa’yine ihanet edenlere Peygamberin şefaat etmeyeceğini bizzat Fethullah Gülen söylüyor, insanları korkutuyor.

Tam da bu noktada gündeme getirilen Eylem Planı ise sadece iktidarın ve ona bütün gücüyle destek veren Fethullah Gülen’in elini kuvvetlendiren bir çaba olarak görülebilir. Bu çabayı gösterenler ister sahte, ister gerçek bir belge ile, yukarıdan veya aşağıdan aldıkları direktiflerle bu çalışmayı yapmış olsunlar soruşturulmalı. Türkiye’de kendini bir taraf olarak ortaya koyup, karşısında kimse yokken, bir karşı güç yaratmaya çalışanları destekleyen bu çalışmanın müsebbipleri ifşa edilmeli. Türk Halkının desteğiyle gelmiş bir iktidarı, iktidardan uzaklaştırmaya yönelik, demokrasi dışı bu planın arkasındaki gücün kim olduğu, gücünü nereden aldığı kesinlikle ortaya çıkarılmalıdır. Bu planın arkasında kim var, Türkiye’de halkı her alanda temsil eder hale gelmiş AKP ve Fethullah Gülen Hareketini bitirmek isteyen güç içerden mi, dışarıdan mı kaynağı bulunmalı. Dışarıdan ise AB mi (Zaman’ın manşetine göre “Kirli tezgâh” Avrupa Parlementosu gündemine getiriliyor’muş; Mafya töresidir, ilk başsağlığına gelen katildir), İsrail mi (AKP Arap Dünyasıyla yakınlaştı, Fethullah Gülen Katolik Dünyasıyla yakın çalışmalar içinde diye olabilir?) belirlenmeli. Atlantik ötesinden ise, ABD mi? ABD’de yaşayan ve bir türlü Türkiye’ye gelemeyen (ilk beyanat da ondan geldiğine göre, kendi muhalefetini kendisi mi oluşturmayı deniyor acaba?) Fethullah Gülen mi? Yoksa her ikisi mi bu tezgâhı kurdu, bulunmalı ve hesap sorulmalıdır.

Eğer Türkiye’nin ve Türk Milletinin menfaatleri gözetilecekse, sapla saman ayrılmalı, irtica ile mücadele adı altında Müslümanları rahatsız edecek işler yerine, Müslüman adı ve görüntüsü altında, başka ülkeler adına kirli işler karıştıranlara yönelik çalışılmalı, bu kirli işlerin neler olduğu da açıklanmalıdır.

14 Haziran 2009 Pazar

BEYNİMİZ KEÇELEŞİRKEN


İşim gereği Metro’ya, belediye ve devlet dairesi servis otobüslerine binerim. Uzun mesafe olsun olmasın, bir yerden bir yere giden insanlara baktığımda ilk dikkatimi çeken şey, nelerle meşgul olduklarıdır. Kimi boş boş bakar, kimi cep telefonuyla konuşur, kimi kulaklığıyla bir şeyler dinler, kimi de kitap-gazete okur. Sık sık kavga edilir, ilerledin, geçtin, geçmedin, süründün, sürünmedin…Bunları incelemek bana hüzün verir. Cambaza bakmaması gereken halkımızın ki ben de onlardan biriyim, hali yüreğimi sızlatır. Neden mi?

Genellikle halkımızın büyük bir kısmı hiçbir bir şeyle meşgul olmaz. Orta yaş ve üstü insanların geçim derdiyle beyinlerinin dolu olduğunu, bu yüzden başka bir meşgalelerinin olamadığını düşünürüm. Yüzde beş oranında kitap veya gazete okuyanlar vardır. Genellikle onların okudukları da ya SBS, ÖSS, İngilizce dershane kitapları, ya da üçüncü sınıf yabancı romanlar olur. Bunlar öğrenciler ve orta yaşa yakın insanlardır. Neredeyse yüzde kırk oranındaki diğerleri ise iki şeyle meşgul olur: Birincisi, kulaklıklarıyla müzik dinler, ikinciler de cep telefonlarıyla konuşur veya mesajlaşır. İster istemez telefon konuşmalarına kulak misafiri ederler insanı. İki kelimeyle anlatılacak sözler dakikalarca uzatılır, fındıkkabuğunu doldurmayan meseleler büyük laflarla abartılır, konuşmalar uzar gider. Bu konuşmalardan toplumumuzun ne kadar görgüsüzleştiğini, iki lafı bir araya getiremeyecek kadar cahilleştiğini görürüm.

Kemal-i ciddiyetle kulaklığını takmış, cep telefonundan veya elektronik aletinden müzik dinleyenlere çok daha fazla üzülürüm. Çünkü onlar iki türlü felaketle karşı karşıyadır. Birincisi kulaklıkla dinlenilen her türlü elektronik sesin beyin hücrelerini öldürdüğü ilmi olarak ispatlanmıştır. İkincisi, bana göre birincisinden daha tehlikelidir. Yüzlerce, binlerce müzik parçasını cebinde taşıyabilme imkânı veren bu aletlerde kayıtlı müziklerin ancak yüzde biri gerçek Türk Müziğidir ki, dinleyen kişi, kültürün en ayırıcı vasfı olan müzik yoluyla Türk zevkinden, Türkçe düşünme ve anlamaktan, Türk ruhundan, Türk kültüründen koparılmaktadır. Özellikle gençlerimizin bu iki büyük felaketle iç içe olmalarından büyük üzüntü duyarım.

Belki bunlardan daha büyük bir tehlike de cep telefonlarının insanlara, özellikle çocuklara verdiği zararlardan habersiz yaşamamızdır. Yine ilmi olarak ispatlanmıştır ki cep telefonlarının yaydığı sinyaller kanser yapmaktadır. Değil kulağında saatlerce, dakikalarca tutarak konuşmak, yanında bulundurmak, oturduğun-yattığın odada tutmak bile sakıncalı bulunmuştur. Son zamanlarda her dört kişiden birinin ruh hastası durumuna gelmesi, anne-babasını, aile fertlerinin-akrabalarının tamamını öldürme olaylarının yaygınlaşmasının sebeplerinden birinin cep telefonlarının yaydığı sinyaller olduğunu düşünüyorum. Diğer sebepler de bilgisayar ve televizyon başında, yanında durmaktır. Sadece bu elektronik aletin yanında durmak bile titreşimlerin, radyasyonun muhatabı olmamıza, kanser olmamıza yeter sebeptir.

Türkiye'nin bir cep telefonu hurdalığına dönüştürülmüş olması, dünyada cep telefonunun bu kadar çok ve gereksiz kullanan bir toplum haline getirilmemiz elbette çok üzücü. Fakat beni esas kanser edecek olan şey şudur: Cep telefonlarının kulakta beş on saniyeden fazla tutulmaması gerektiği ilmi olarak ortaya konulmuşken, dakikalarca, saatlerce telefonla konuşan insanların cehaleti, kendi sağlıklarıyla ilgili vurdumduymazlıklarıdır. Bir deney yapılmış; birbirinin numarası aranmış iki cep telefonunun arasına bir çiğ yumurta koymuş ve beklemişler. Bir süre sonra yumurtanın piştiğini görmüşler. Özetle kendi elimizle, paramızla, rızamızla beynimizi pişiriyoruz. Azıcık aklımızı da yok ediyoruz. Beyin hücrelerimizin milyonlarcasını bir telefon muhabbeti uğruna öldürüyoruz. Zavallı bedenimiz ne yapsın? Ölen beyin hücreleriyle meşgul olmaktan, vücudumuzdaki (ve tabii memleketimizdeki, milletimizdeki) hiçbir hastalıkla meşgul olamıyor ve her tarafımızda başka bir hastalık peyda oluyor. Vücudu savunacak bağışıklık sistemini kendi elimizle çökertiyoruz.

Yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz şeylerden söz etmiyorum. Sadece seyrettiğimiz, dinlediğimiz ses ve görüntü titreşimlerinden, radyasyondan bahsediyorum. Reklamları seyreden çocukların sustuğunu gören ana babalar, onlara reklam ve klip seyrettiriyorlarmış. Ortaya çıkarılıyor ki, hızla akan görüntüleri seyreden bebekler daha geç gelişiyor, zor anlıyor, düşünme melekelerini kaybediyor. Bütün hayatını cep telefonuyla biraz daha konuşmaya, birkaç kontüre, birkaç müzik parçasına, birkaç bilgisayar oyunu ve veb sitesine bağlamış, dünyada, uzayda başka şeylerin olabileceğini düşünemeyecek duruma gelmiş, kendi kendine beynini keçeleştiren, okumayan, yazmayan, düşünmeyen bir toplum. Söyleyin Allah aşkına bu toplum nereye gider? Sömürge olmaktan kurtulabilir mi?

Bu aletlerle hayatımıza giren muhteva ise apayrı bir cinayettir. Bizim tamamen kontrolümüz dışında olan bu aletlerle bize şırınga edilen şeylerin tahribatı çok daha büyüktür. Ancak bu aletlerin kontrolünü yapan, güya bizi, çocuklarımızı zararlı şeylerden koruması için kurulan kurumlardan da söz etmek gerekiyor. Bu kurumların denetlediği telefon şirketleri - beyin hücrelerimizi daha çabuk öldürmemiz için - daha çok telefonla konuşmamız, daha çok mesajlaşmamız için çaba gösterirler, öyleki üç bin mesaj hediye diyerek zavallı gençleri saatlerce oyalarlar. (Ben iki bin mesaj kullanma hakkını dolduranların olduğunu duydum. Bazen aynı odadaki insanlar birbirlerine mesaj geçiyorlarmış.) Kimse bunun toplumu yozlaştırdığından söz etmez, önüne geçmek için kılını kıpırdatmaz. Yine televizyonları denetleyen RTÜK, sadece gençlere yönelik dizilerde, neredeyse bütün liseli öğrencilerin hamile olduğunu görmezden gelir. Çünkü dikkatleri ahlâkta değildir. Öbür dünya ile meşgul olmaz, bunun vebalinden korkmazlar. Ondan sonra gelsin Münevver'ler..

Büyüklerimizin meşgul olması gereken en büyük meseleler bana göre bunlardır. Düzmece davalarla uğraşmak yerine bunlarla uğraşmalıdır. Bize, en büyük mesele budur, çözüme yaklaştık, ses çıkarmayın dedikleri meselelerde ne kadar çuvallandığını gördükçe bu meseleler daha da önemli gelir bana. Çünkü biz beyin hücrelerimizi kendi elimizle öldürdükçe, Mankurtlaştıkça[1], sığırlaştıkça bizim adımıza bizi güden çobanlar çoğalacağını düşünür, üzülürüm.
-----------------------------------
[1] Cengiz Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel (Ötüken Yayınları) adlı romanında Mankurt’un hikâyesini anlatmıştır. Esirin traş edilmiş başına yeni kesilmiş bir deve derisi yapıştırılır, çöle bırakılır. Güneş vurdukçe deri kurumaya ve beyni sıkmaya başlar. Ta ki beyin melekeleri kaybolana kadar. Geriden gelen saç da cabası. Bu esir artık annesini bile öldürebilecek bir köle, yani Mankurt olmuştur.

10 Haziran 2009 Çarşamba

İHVAN-I OLİMPİYAT


Üçüncü cinsi duymuş olmalısınız. [1] Hem Müslüman, hem Türk, hem küreselci, hem muhafazakâr, hem ilerici, yenilikçi… Ama beyin özürlü, vicdanı ve fikri satın alınmış, ezberindekinden başka bir şey düşünemeyen bir insan tipi. Bu insana şartlandırılarak öğretilen, zihin altındaki bilgi şudur: Amerika büyük güçtür, süper güçtür. Türkiye bu büyük güce karşı çıkabilecek bir güce sahip değildir, o halde bu gücü yanına alarak bir güç olmaya çalışmalıdır. Osmanlının gücüne ancak böyle ulaşılabilir.” Bu tipin bütün davranışlarında, söylemlerinde bu şartlı bilginin yansımalarını görebilirsiniz.

İşte bu üçüncü cins, yedi yıldır çok mühim bir çalışmaya imza atmaktadır. Aylarca süren ön çalışmaları, kamuoyu oluşturma gayretleri, günlerce, haftalarca süren etkinliklerle gerçekleştirilen bu faaliyet gerçekten büyük emek ve para gerektiren bir iştir. Önce öğrenci veya öğrencileri ele alıp onlara Türkçeyi, Türkçenin bir ağzını, bir yörenin oyununu öğretecek, günlerce, aylarca onları çalıştıracaksınız. Sonra onların içinden bir seçme yapıp en iyilerini belirleyeceğiniz bir yarışmayı, çeyrek finali, başka bir ülkede, o ülkenin şartlarında, ileri gelenlerinin katıldığı bir törenle gerçekleştireceksiniz. Daha sonra da 115 ülkede yaptığınız bu yarışmalarda kazanan kişi ve toplulukları, on beş-yirmi gün, bir ay Türkiye’de ağırlayacaksınız. Kampa sokacak, ziyaretlere götürecek, gösterilere, yarı finallere, finallere, ödül törenlerine çıkaracak, kazanan kazanmayanlara armağanları, büyük ödülleri verecek, giderken ceplerine biner dolar koyup memleketlerine göndereceksiniz. Sadece öğrencileri değil, onları yetiştiren öğretmenlerdi ailelerini, bu uğurda hayatını kaybetmiş fedakâr öğretmenlerin yakınlarını, devlet erkânını da bu toplantılarda ağırlayacak, ödüller, plaketler vereceksiniz. Bu törenlerin basında yer alması için yılbaşının pahalı eşantiyonları gibi hediyeler dağıtacaksınız, kamu ve özel televizyonlarda günlerce yayınlanması için bedava canlı yayınlar yapacak, naklen yayın araçları, kameralar tahsis edecek, konser salonları kiralayacaksınız. Trilyonluk, devasa bir iş.

Bu yıl yedincisi yapılan Türkçe Olimpiyatlarından söz ettiğimi anlamış olmalısınız. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı, Bakanlar, Milletvekilleri, sanat dünyamızın, Serdar Ortaç gibi önde gelen mümessilleri, bu olimpiyatlarda al gülüm ver gülüm yapıyorlar. Ben seni öveyim, sen beni öv! Önce prensipte çok güzel olan bu hareketi, davranışı takdir ettiklerini beyan ediyor, önemine işaret buyuruyorlar. Sonra makamının izin verdiği ölçü ve cesareti derecesinde 115 ülkede Türkçe konuşmayı öğreten öğretmenlere, okullara, o okulları kuranlara, o okullarda görev yaparken vefat eden kişilere (alperenlere), ailelerine, bütün bu güzel hareketlerin, ötelerin ötesinde, Atlantik ötesindeki gurbeti yaşayan büyük hamisi, fikir babasına, bazen isim vermeden, bazen isim vererek iltifatlar ediyor, oyunculuk derecesine göre gözyaşı döküyor, dualar ediyorlar.

Bu hareketin maddi ve manevi destekleyicileri sadece iktidar mensupları ve onların imzasına bağlı kurumlar değil. Bulabildikleri, aralayabildikleri her kapı onlar için mühim. Kafalayabildikleri her kurum ve kişiyi yanlarına almaya çalışıyor ve bunu başarıyorlar da. Çünkü ortada çok güzel bir hareket ver ve çok güzel hareketler her zaman tertemiz ve saf milletimizce destek bulmuştur.(Batıl hemişe batıl ve bihudedir velî /müşkül odur ki sureti haktan zuhur ede!) Peki o zaman mesele nedir? Bu konudan neden bahsetme gereğini duyuyorum, çünkü bu işte bir münafıklık olduğunu düşünüyorum. (Sadece Allah rızası için bu çalışmalara destek verenleri tenzih ediyorum.) Akıllardaki bazı soruları soralım ve birlikte cevap arayalım: Neden Türkçe ile ilgili uluslararası bir buluşmanın adı Türkçe değil? Bu buluşmalar neden hoca efendiyi anma gösterisine dönüştürülüyor? Sağ elimizin verdiğini sol elimiz duymayacaktı hani? Neden Türkçe ile ilgili bir buluşmanın reklamı Türkiye’de yapılıyor? Türkiye’de Türkçe konuşan insanlar, dünyanın 115 ülkesinden Türkçe konuşan, oyunlar oynayanları görünce Türkçe ve Türkçülük damarları mı güçleniyor? Türkiye’de neredeyse her tabela başta İngilizce olmak üzere yabancı dillerde yazılırken, Türkçe yabancı dillerin baskısında inim inim inler, süratle kan kaybeder, üstelik bu kan kaybını durduracak bir Türkçe Yasası yıllardır meclisimizde bekletilirken 115 ülkeden Türkçe konuşanların gözümüze gözümüze sokulmasının ne manası var? Türk alfabesi delinmek istenir, Q, W gibi harfler sokuşturulmaya, Türkçe resmi dil olmaktan çıkarılmaya çalışılırken. Türkçe 115 ülkede birkaç öğrenci tarafından çok iyi konuşulsa ne olur, konuşulmasa ne olur?

Buraya kadar yazdıklarımı saçma sapan bulan, beni dinsizlikle, Türklük ve Türkçe aleyhtarlığı ile (öyle ya bu kadar faydalı bir iş yapana böyle edepsizce sözler yazabildiğime göre) suçlayacaklar olabilir. Sadece ve sadece Fethullah Gülen’in imajını güçlendirmek, ‘Bakın, adam ne kadar kutsal bir iş yapıyor ama garibim gurbette sürünüyor’ dedittirmeye yaradığını düşündüğüm bu olimpiyatların Türkçeye gerçekten hizmet ettiğini, daha da gelişerek etmeye devam edeceğini söyleyeceklere bir çift lafım var: Bu iş kutsal bir iş ise, hodri meydan; İçinizde zerre kadar iman varsa, Türkçe Olimpiyatı için harcadığınız emeğin yüzde birini verin ve TBMM’den Türkçe Kanunu’nu çıkartın. Dünyanın 115 ülkesine Türkçe öğretmeye çalışacağınıza, bölünmek ve parçalanmak istenilen Türkiye’mizin Türkçe bilmeyen köylerine Türkçe ve Türkiye sevgisi öğretin. Türkçe bilmiyorlar, onlara hitap etmemiz lazım diyerek bir devlet televizyonu kanalı kuruverdiğiniz kişilerden bahsediyorum. Bugün Türkiye’de dindar ve mutaassıp ailelerin çocukları da dahil olmak üzere Türkçe ve Türk Kültürü yok edilmektedir. Türk Klasikleri yerine Harry Potter’larla, yabancı müziklerle beslenen bir gençlik yetiştiriliyor. Türkçe ve Türk kültürü acınacak duruma getirilirken Türkçe Olimpiyatlarının bu kadar şişirilmesi, akıllar cambaza bak deyimini getiriyor. Bir yandan cambaza bakın denilirken, bir yandan cebimiz, kültürümüz, ruhumuz boşaltılıyor.

Sözün sonunda; Eğer münafık değilseniz, mayınlı arazilere mayınsız arazileri de katarak birilerine kiraya vermeye çalıştığınız süre kadar Türkçe Kanununu çıkarmak için çalışın.

-----------------------------------------------------------
[1] http://www.turkocagi.org.tr/modules.php?name=Yorumlar&pa=showpage&pid=336