16 Haziran 2009 Salı

HER ŞEY ORTAYA ÇIKSIN


Türkiye’de öteden beri halkın ilgilenmediği, doğrudan ekmeğiyle alakalı olmayan alanda, kâğıt üstünde çok ilginç şeyler oluyor. Yine kâğıt üstü bir hadiseyle karşı karşıyayız. Kurtuluş Savaşından yorgun çıkmış, fakir, perişan halk kitlelerinin siyasetle, sanatla, kültürle, ekonomiyle ilgilenememesi sonucunda halk ile yönetim arasında tuhaf bir ilgisizlik oluşmuştu. Bu ilgisizlik sadece seçimlerde kendini gösteren bir kontrol mekanizması ile yetinmeyi doğurdu. Yönetimin ve aydın kesimin halkı pek dikkate almaması, tepeden inmeci bazı siyasetlerin uygulanabilmesine imkân tanıdı. Halkın kendi rızası dışında yönetilmesine dönem dönem sert tepkileri de oldu. Ancak bu tepkileri saman alevine gibiydi. Ülkeyi yönetenler de durumu böyle gördükleri için, doğru bildiklerini halk için de doğru olan budur diye gerçekleştirmeye çalıştılar. Vatandaş ta acaba yönetimde, kültürde, sanatta, ekonomide ben ve benim gibi düşünenler de bulunsa iyi olur mu acaba diye düşündü ve bu yönde çaba gösterdi. Ülkede, her alanda birinci sınıf olan yöneticilerin çocukları ile, ikinci sınıf halkın çocukları arasında bir yarış başladı ve bu yarış gittikçe kızıştı.

Ülkenin böyle idare edilmesi ve iktidar yarışına halkın da katılması, Türkiye için planları olan yabancı güçleri de iştahlandırdı. Onlar zaten Türkiye’de yönetime gelebilecek olan zeki kişileri alıp yetiştirerek Türkiye’nin siyasetine dâhil etmeye çalışıyordu, bu sefer yelpazelerini biraz daha genişleterek Anadolu’ya açılmış oldular. Maksatları uzun vadede kendi eksenlerinde yönetimler oluşturarak Türkiye’yi uzaktan kumanda ile yönetmekti. Bunda da başarılı oldular. Ülke yönetimine gelen, siyasetinde, biliminde, sanatında söz sahibi olan birçok kişi yabancı burslarıyla okuyarak bu yoldan geçti. Böyle olunca Türkiye’de iki tür düşünce ortaya çıkması kaçınılmazdı: Birincisi Türk Milletinin kültürüyle yetişmiş, onun menfaatlerine göre düşünen ve yaşayanlar. İkincisi de Türk Milletinin menfaatlerinden çok hayranı olduğu ülkenin kültürüyle düşünen, ağzıyla konuşan ve yaşayanlar. İkinciler, maşa olarak kullanıldıkları halde, daha eğitimli ve tecrübeli olduğu için, kavramlarla, siyasetle, sanatla, kültürle daha iç içe idiler. Birinciler de ister istemez, geleceği meçhul kavramlar ve yollardan ülkeyi korumak için ikincilere muhalefete zorlandılar. Sınırlı oranda kendi düşünceleriyle yürüyebildiler. Gerektiğinde kelleyi koltuğa alıp gereken her türlü mücadeleyi vermek zorunda kaldılar.

Aslında tepeden inmeci siyasetleri yürütenlerle, buna karşı ‘benim de varlığım hesaba katılsın’ diyenlerin içinde ülkenin menfaatleri doğrultusunda çalışan veya ülke menfaatlerine ters bir konumda olanlar da mevcuttu. Ancak sapla samanın karıştırılmaması imkânsızdı. Doğruyu söyleyen her zaman dokuz köyden kovulmuştu ve yalancının mumu yatsıya kadar yanardı. İşte yanlış yerde ama doğruların peşinde olanlar veya doğru yerde ama yanlışlıklar içinde olanlar ne yazık ki tamamen kâğıt üzerinde, masa başında üretilen kavramların, siyasetlerin kurbanı oldular. Bu kavramlar dışarıda üretilip içerde taraftar toplandığı için bu ülkenin davasını güdenler, yabancı olan her şeye sert muhalefet gösterip, yerli olan her şeyi de masum zannettiler. Baş tacı ettiler. Hâlbuki yerli zannettikleri hareketlere de çoktan yabancı parmağı girmişti.

Türkiye’de ortaya çıkan bütün tartışmalar kâğıt üzerinde idi. Sağ-sol, alevi-sünnî, Türk-Kürt, laik-dinci, ilerici-gerici, irtica, yobazlık, başörtüsü… Bu tartışmalara giren taraflar kimin ekmeğine ne kadar yağ sürdüğünün farkına varamadı. Aleyhte söylenen her şeyi tersinden anlamaya, içindeki doğruları ayıklamadan reddetmeye müsait bir konumdaydılar. Körü körüne bağlı oldukları partiler, cemaatler, gruplar vardı. Bütün bunların ekmeğine yağ süren bir cehaleti doğuran eğitimsizlik ve bilgi kirliliği vardı, Okumama, düşünmeme alışkanlık haline gelmişti. Sapla saman birbirine karışmıştı. Türkiye’de bir partinin ileri gitmesi, halkın nazarında itibar kazanması isteniyorsa, halkın hassas olduğu konularda birkaç önemli makamın, ileri geri beyanat vermesi yeterli hale gelmişti. Mesela başörtülülerle ilgili uygulamalar ve beyanatlara irtica lafının eklenmesi milletin sinirine dokunuyordu. Halkın iktidara ilgisi yoğunlaşmış, ama aynı oranda kafası da bulanıklaşmıştı.

Yıllardır destek verdiği değerlerin tam tersini savunacak olan, diğer taraftan bam teline basan konularda şirin söylemlere sahip AKP’yi bu şartlarda iktidara taşıyan halk, yine her zaman olduğu gibi geriye çekilip icraata baktı. Beğenmezse gelecek seçimde icabına bakardı nasıl olsa. Ama bu sefer öyle olmadı. Sağ gösterip sol vuran bir iktidar bulunuyordu. Türkiye’nin menfaatlerinden çok ABD’nin, AB’nin menfaatleri ekseninde politikalar yürüten AKP, bu politikalarını demokrasi, insan hakları gibi geçmişte karşı tarafın elinde tutuğu argümanları savunarak yürüttü. Çeşitli localar, geçmişti aşırı solda yer alıp günümüzde aşırı AB’ci, ABD’ci kesilen sahte aydınların desteğini aldı. Yine halkın tarafında gözüküp de halkla ilgisi olmayan, dış destekli birçok cemaat bu hareketi desteklemeye devam ettiler. Tam da böyle bir ortamda Ergenekon Davası diye bilinen süreç başladı. Bu dava dolayısıyla ortaya çıkan durum yine sapla samanın karıştığını gösteriyordu. Apo itini getiren, PKK ile mücadelesi sırasında gazi olmuş kişilerle, AKP’yi iktidara taşımak için yoğunlaştırılan irtica (başörtüsü) karşıtlığı yapanlar aynı davada birlikte yargılanır oldu. Ortada deşifre edilen bir Gladyo varsa, ki patenti ABD ve AB’ye aitti, yerine yenisi kurulmuş olmalıydı.

Türkiye’de Türk Milletinin menfaatlerinden başka bir şey düşünmeyenlerle, Türk Milletinin menfaatlerini dikkate almayıp, sempati duyduğu, bağlı olduğu ülkenin menfaatleri doğrultusunda çalışanların kavgasının büyüdüğü söylenebilir. Taraf’ın ortaya çıkardığı İrticayla Mücadele Eylem Planı’nı da bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Bu kavgada bir taraf AKP ve Fethullah Gülen olarak ortaya çıkıyor, diğer taraf ise henüz kim ve ne olduğuna karar verememiş bir kitle konumunda. Taraflardan birinin iktidarda olduğu kesin. Ortada muhalefet olmadığına göre, diğer taraf fiilen yok mesabesinde sayılabilir.

AKP, Cumhurbaşkanlığı makamına kendi içinden birini oturttuğuna göre, iktidara tam hakim sayılabilir. Basın desteği ise tartışılmaz. Türkiye’nin en büyük gazetesi her gün AB ve ABD yöneticilerinin Türkiye dileklerini, direktiflerini gündeme taşıyor, Kürtçü oluşumlara destek veriyor, masa başında Türkiye için planlanan rollere uygun yayınlar yapıyor. Bütün AB ve ABD yandaşları, Kürtçü oluşumlar, sağcısıyla, solcusuyla AKP’yi destekliyor. Nur Cemaatinin varisi Fethullah Gülen Hareketi ise Türk halkının önemli gördüğü eğitim gayretleri ve çok ciddi emek ve para gerektiren Dünya çapındaki çalışmalarıyla bilinmektedir. Pek de yakından takip edilmeyen çalışmaları da vardır. Vatikan’ın Misyonerlik Konsülü başarıya ulaşamayınca kurduğu Diyalog Konsülü’nün uzantısı konumundaki Dinler arası Diyalog ve Hoşgörü, diğer dinleri, mensuplarını ve peygamberlerini İslam ve Hz. Muhammed (S.A.V.) seviyesine çıkarma, Katolik kiliselerle içli dışlı çalışmalardan bahsediyorum. AKP, kadrosu olmadığı için kendisini İslamcı kesim içerisinde ‘bir asırlık bir sa’ye sahip’ gibi gösteren Fethullah Gülen cemaatinin kadrolarından yararlanıyor ve her yere bu kadroları yerleştiriyor. Halkın düşüncelerini temsilen iktidara geldiği için de halkın desteğini almaya devam ediyor. Cılız bir şekilde ortaya çıkan 'irtica yükseliyor' sesleri de demokrasi, insan hakları ve benzeri söylemlerle susturulabiliyor. Fethullah Gülen Hareketinin sa’yine ihanet edenlere Peygamberin şefaat etmeyeceğini bizzat Fethullah Gülen söylüyor, insanları korkutuyor.

Tam da bu noktada gündeme getirilen Eylem Planı ise sadece iktidarın ve ona bütün gücüyle destek veren Fethullah Gülen’in elini kuvvetlendiren bir çaba olarak görülebilir. Bu çabayı gösterenler ister sahte, ister gerçek bir belge ile, yukarıdan veya aşağıdan aldıkları direktiflerle bu çalışmayı yapmış olsunlar soruşturulmalı. Türkiye’de kendini bir taraf olarak ortaya koyup, karşısında kimse yokken, bir karşı güç yaratmaya çalışanları destekleyen bu çalışmanın müsebbipleri ifşa edilmeli. Türk Halkının desteğiyle gelmiş bir iktidarı, iktidardan uzaklaştırmaya yönelik, demokrasi dışı bu planın arkasındaki gücün kim olduğu, gücünü nereden aldığı kesinlikle ortaya çıkarılmalıdır. Bu planın arkasında kim var, Türkiye’de halkı her alanda temsil eder hale gelmiş AKP ve Fethullah Gülen Hareketini bitirmek isteyen güç içerden mi, dışarıdan mı kaynağı bulunmalı. Dışarıdan ise AB mi (Zaman’ın manşetine göre “Kirli tezgâh” Avrupa Parlementosu gündemine getiriliyor’muş; Mafya töresidir, ilk başsağlığına gelen katildir), İsrail mi (AKP Arap Dünyasıyla yakınlaştı, Fethullah Gülen Katolik Dünyasıyla yakın çalışmalar içinde diye olabilir?) belirlenmeli. Atlantik ötesinden ise, ABD mi? ABD’de yaşayan ve bir türlü Türkiye’ye gelemeyen (ilk beyanat da ondan geldiğine göre, kendi muhalefetini kendisi mi oluşturmayı deniyor acaba?) Fethullah Gülen mi? Yoksa her ikisi mi bu tezgâhı kurdu, bulunmalı ve hesap sorulmalıdır.

Eğer Türkiye’nin ve Türk Milletinin menfaatleri gözetilecekse, sapla saman ayrılmalı, irtica ile mücadele adı altında Müslümanları rahatsız edecek işler yerine, Müslüman adı ve görüntüsü altında, başka ülkeler adına kirli işler karıştıranlara yönelik çalışılmalı, bu kirli işlerin neler olduğu da açıklanmalıdır.

1 yorum:

  1. Selamlar Kardeşim.
    Ülke gündemine dair yaptığınız değerlendirmeler tüm gerçekleri ifade ediyor. Bu ülkenin geleceğine adına atılan her adımı doğru okumak gerekiyor.
    Gayretlerinizden dolayı tebrik ediyorum.
    Kalemine sağlık.
    İsmail Kndmr

    YanıtlaSil